EKMEK PARASI - Bir Yudum Hikaye
Güneşin
bunaltıcı sıcaklığı birdenbire kayboldu. Gökte, beyaz bulutlar
belirmeye başladı. Yaşlı adam kuşkulandı. Az ötede ekin başında duran
kadına seslendi:
- Hanım!
Kadın başını kaldırdı, sesin geldiği yöne bakarak:
- Hava bozuyor, başımızın çaresine bakalım…
- Korkma, yaz yağmurudur, geçer. Baksana beyaz beyaz bulutlar… Hem
göğün yarısı açık… Gök gürlemesi de yok… Birkaç dakika çiseler sonra
biter…
Yaşlı adam, tecrübesini konuşturmak istercesine, bakışlarını kadın üzerinde sabit bir noktaya dikti:
- Ne olur ne olmaz, biz şu harmanın üzerine bir naylon örtelim. Bakarsın biraz fazla yağıverir, harman heder olmasın…
Kadın, başındaki yazmasını eliyle düzelterek, bulutların arkasında
saklanan güneşe baktı. Yağmur yağacaktı. Arkasına döndü, az ötede,
tarlanın ortasında ki yaşlı çınarın dibinde oturan çocuklarına seslendi.
- Çocuklar! Çabuk buraya gelin!
Beş tane çocuk annelerin yanına geldi. Kadın, elinde ekin destesiyle, yanı başına gelmiş olan çocuklara:
- Evlatlarım! Yağmur geliyor. Babanız, harmanın üstüne örtmek için
naylon hazırlıyor. Geride kalan şu üç beş desteyi alıverelim de yağmura
yakalanmadan şu iş bitsin.
Yaşlı adam merdiveni harmana dayamış, bir taraftan çocukların getirdiği
ekin destelerini düzeltip harman yapıyor, diğer yandan da naylonu
harmanın üzerine örtmeye çalışıyordu. Tozlanmış olan yüzüne, o anda
gökten bir birkaç yağmur damlası düştü. Heyecanla merdiven basamağının
üzerine doğruldu. Yüksek bir sesle:
- Hanııımm! Çocuklar orayı halleder. Sen gel, yerden bana birkaç taş ver de şu naylonun üstüne koyayım.
- Geldim bey!
Yerden aldığı taşları kocasına vermeye çalışan kadın, yağmurun çiselemeye başladığını fark etti.
- Bey! Çocukların yapacağı iş bitti.
Başındaki külahı yan tarafa kaymış olan ihtiyar, bir yandan terini siliyor, bir yandan da kadına:
- Çocukları gönder o zaman! Yağmura tutulmadan bir an önce eve varsınlar.
Kadın, yanı başına çömelmiş, çubukla yerleri karıştıran çocuğun beline, eliyle hafifçe dokundu:
- Haydi oğlum! Kardeşlerini al eve götür…
Rasim, annesinin bir dediğini iki etmedi. Hemen kardeşlerinin yanına
gitti. Onlara, Rasim göz kulak oluyordu. İlkokulu bir iki yıl olmuştu.
Ahmet Efendi’yle Fatma kadında işlerini biraz sonra bitirip çocukların
arkasından yola düştüler. Ahmet efendi yürürken bir an durakladı,
ayakkabısını çıkardı, ayakkabının ucundan tutup birkaç kez taşa vurdu.
Arkasından:
- Allah, Allah! Küçük bir çakıl parçası yürümeme engel oluyor, dedi.
Ayakkabısını giydikten sonra, yere bıraktığı orakları eline aldı ve yürümeye devam etti. Neden sonra Fatma kadına:
- Rasim, okulu bitireli iki yıl oluyor hanım! Artık bağ bahçe işlerine başlamalı. Yoksa bu memlekette aç kalır.
- Dur bakalım canım! Çocuğun yaşı kaç? Akranlarından kimin eline yakışıyor? Zamanla alışır…
Yolda giderken, aralarındaki konuşmalar epey uzadı. Yağmurun,
kendilerini ıslattığının farkına vardılar. Adımları daha da sıklaştı.
Fatma kadın bir taraftan hızlı hızlı yürüyor, bir taraftan da
çocuklarının akşam yemeğini düşünüyordu. Ahmet Efendi’ ye:
- Akşama ne yapayım bey?
Ahmet efendi:
- Allah kerim bir çorba içeriz.
Ahmet efendinin yüzündeki terle, yağmurun damlaları bir birine karışmıştı. Hızlı adımlarla evin yolunu tuttular.
Akşam yemeğini hep birlikte yediler. Ahmet Efendi yatsı ezanının
okunmasını bekliyordu. Herkes bir köşeye çekilmiş, Ahmet Efendinin iki
dudağı arasından çıkacak söze dikkat kesilmişti.
Fatma kadın bu arada sofrayı toparlamaya başladı. Odayı kaplayan derin
sessizliği, bir anda tahta kaşıkların çıkardığı ses bozu verdi. Küçük
kız annesine yardım etmeye çalışırken Ahmet efendi, karşısında duran
Rasim’e eliyle “gel!” işareti yaptı. Rasim odanın köşesinde oturan
babasının yanına diz çöküp oturdu. Ahmet Efendi; karanlığı, lambanın
sökmeye çalıştığı odada, varlığıyla yokluğu belli olmayan Rasim’e:
- Oğlum, dedi. Sen artık kocaman adam oldun, görüyorsun buralarda ekmek
parası yok. Ömür boyu çift sürersin. Çift sürmekle de belini
doğrultamazsın. Ayşe Teyze’nin oğlu, izmir’den dün gelmiş. Yarın onunla
konuşacağım. Tatil dönüşü giderken seni de götürsün. Erkende bir zanaat
öğrenirsin. Yarın sabah namazından sonra tarlaya gideceğiz, erkenden
yatalım…
O gece Rasim’in gözüne uyku girmedi. Yatakta arada bir dönüyor, bazen
de yorganın altından kafasını çıkarıp gözlerini tavana dikiyor,
kendisine eşlik eden gece böceklerinin sesleriyle tekrar dalıp
gidiyordu.
Sabaha namazından sonra birkaç kaşık çorba içip avluya çıktılar.
Sabahın sessizliğini, Ahmet Efendi’nin orak ve tırpan sesleri bozdu.
Tırpanları omzuna alan Ahmet Efendi, oğluna;
- Rasim! Bir an önce tarlaya varalım. Annenle kardeşlerin arkadan gelirler, dedi.
Eksik kalan işi tamamlayacaklardı. Dün yağan yağmurun, harmana etkisi
olup olmadığına bakacaklardı. Anneleri, kardeşlerine sıcak bir çorba
içirdikten sonra gelecekti.
Rasim, yolda dalgın dalgın yürüyordu. Kafasında dünkü düşünceler vardı. Babasının:
- Oğlum! Su testisini ağacın gölgesine koyuver de ılımasın, demesiyle kendine geldi.
Güneşin ilk ışıkları, çalışmanın lezzetini hatırlıyor gibi üzerlerini
okşuyordu. Tam iki saat aralıksız çalıştılar. Epeyce ter attıktan
sonra, koca çınar ağacının dibine oturdular. Ahmet Efendi, bir eliyle
terini siliyor, bir eliyle de su testisini tutuyordu. Fatma Kadın:
- Terli terli su mu içilir be adam! Hasta olacaksın başıma! Biraz dinlen! Terin soğusun ondan sonra…
Fatma kadın, kocasına çok bağlıydı. Evini, çocuklarını onca iş arasında
ihmal etmiyordu. Ahmet Efendi, neden sonra dinlediğini ifade etmek
ister gibi derin bir iç çekti:
- Bugünlük bu kadar… Yarın harman işlerine başlayacağız. Sıra bize geliyor, dedi.
Hep beraber eve döndüler. Ahmet Efendi, ikindi namazına camiye gitmek için abdest aldı. Fatma Kadına:
- Ayşe Teyze’nin oğlunu camide görürüm nasıl olsa. Ona şu bizim oğlanın meselesini söyleyeyim, bakalım ne diyecek? Dedi.
Namaz çıkışında Süleyman Bey’e:
- Sizi gördüğüm iyi oldu. Belki gelmezsiniz diye düşünmüştüm.
Süleyman Bey:
- Gelmez olur muyum hiç canım? Köydeki insanların buluşma yeri camidir.
Başka türlü, bağda bahçede çalışan insanları nasıl göreceksiniz?
Ahmet Efendi, oğlu için düşündüklerini anlattı. Süleyman Bey:
- Ben yardıma hazırım. Eğer isterse benim yanımda çalışabilir. İstemezse başka iş bakarız.
- Ben hele evle bir konuşayım. Bugün, yarın size haber veririm.
Fatma kadın avluda tavukları yemlerken Ahmet Efendi geldi:
- Hanım! Yemeği yiyip bizim oğlanın durumunu bir konuşalım.
Yemekten sonra bütün ev halkı, Ahmet Efendi’nin söyleyeceklerine dikkat kesildi.
Ahmet Efendi:
- Oğlum, dedi. Ayşe Teyze’nin oğluyla konuştum. Eğer istersen onun
konfeksiyon atölyesinde çalışabileceksin. İstemezsen o, senin için
başka iş bakacak. Ama bence onun yanında çalışman daha iyi olur. Ne de
olsa akrabamız… El gibi olmaz. Senin iş sahibi olman için elinden
geleni yapar, sana yardımcı olur. El yanında çalışmak kolay değil!
Rasim:
- Baba! Ben okumak istiyorum. Hafta sonları çalışıp harçlığımı kazansam olmaz mı?
Ahmet Efendi, hiç beklemediği bu cevap karşısında bir an durakladı. Rasim’in okuyacağını hiç hesaba katmamıştı. Rasim’e:
- Oğlum! Kararını sen ver! Okumak istiyorsan, ceketimi satar seni
okuturum. Ama görüyorsun ki, köyümüzde okuyan insan az. Herkes
küçüklükten bir zanaat sahibi olup ekmek parası kazanmak istiyor.
Okumak kolay değil.
Ahmet Efendi, ertesi gün Rasim’le birlikte ikindi namazına camiye gittiler. Namazdan sonra Ahmet Efendi Süleyman Bey’e:
- Süleyman Bey! Bizim oğlan “okumak istiyorum” diye tutturdu. Ne dersin?
- Ben çocuklarımın okuması çok istedim ama onlar okumak istemediler. Eğer Rasim okursa, ben onun ihtiyaçlarını karşılarım.
Ahmet efendi, duyduklarına sevinmişti. Süleyman Bey, İzmir’e dönme
hazırlıkları yapmaya başladı. Onların arabasıyla Rasim de gidecekti.
Fatma kadın, oğlunun hazırlıklarına başladı. Bir cumartesi sabahı,
Süleyman Bey’in ailesiyle birlikte Rasim’i de uğurladılar.
Okulların yarıyıl tatili başlamak üzereydi. Ahmet Efendi, evinin
avlusunda odun parçalıyordu. Köylülerden birisi, Rasim’in mektubunu
getirdi. Ahmet Efendi işini bırakıp eve girdi. Heyecanlı olduğu,
ellerinin titreyişinden belliydi. Mektubu özenle açtı ve hanımına
okumaya başladı. Rasim’in başarısından ötürü, okul müdürü aileyi tebrik
ediyordu. Ahmet efendi, hem okuyor hem sevinç göz yaşları döküyordu.
Hava soğuktu ve kar yağıyordu.
Güneşin
bunaltıcı sıcaklığı birdenbire kayboldu. Gökte, beyaz bulutlar
belirmeye başladı. Yaşlı adam kuşkulandı. Az ötede ekin başında duran
kadına seslendi:
- Hanım!
Kadın başını kaldırdı, sesin geldiği yöne bakarak:
- Hava bozuyor, başımızın çaresine bakalım…
- Korkma, yaz yağmurudur, geçer. Baksana beyaz beyaz bulutlar… Hem
göğün yarısı açık… Gök gürlemesi de yok… Birkaç dakika çiseler sonra
biter…
Yaşlı adam, tecrübesini konuşturmak istercesine, bakışlarını kadın üzerinde sabit bir noktaya dikti:
- Ne olur ne olmaz, biz şu harmanın üzerine bir naylon örtelim. Bakarsın biraz fazla yağıverir, harman heder olmasın…
Kadın, başındaki yazmasını eliyle düzelterek, bulutların arkasında
saklanan güneşe baktı. Yağmur yağacaktı. Arkasına döndü, az ötede,
tarlanın ortasında ki yaşlı çınarın dibinde oturan çocuklarına seslendi.
- Çocuklar! Çabuk buraya gelin!
Beş tane çocuk annelerin yanına geldi. Kadın, elinde ekin destesiyle, yanı başına gelmiş olan çocuklara:
- Evlatlarım! Yağmur geliyor. Babanız, harmanın üstüne örtmek için
naylon hazırlıyor. Geride kalan şu üç beş desteyi alıverelim de yağmura
yakalanmadan şu iş bitsin.
Yaşlı adam merdiveni harmana dayamış, bir taraftan çocukların getirdiği
ekin destelerini düzeltip harman yapıyor, diğer yandan da naylonu
harmanın üzerine örtmeye çalışıyordu. Tozlanmış olan yüzüne, o anda
gökten bir birkaç yağmur damlası düştü. Heyecanla merdiven basamağının
üzerine doğruldu. Yüksek bir sesle:
- Hanııımm! Çocuklar orayı halleder. Sen gel, yerden bana birkaç taş ver de şu naylonun üstüne koyayım.
- Geldim bey!
Yerden aldığı taşları kocasına vermeye çalışan kadın, yağmurun çiselemeye başladığını fark etti.
- Bey! Çocukların yapacağı iş bitti.
Başındaki külahı yan tarafa kaymış olan ihtiyar, bir yandan terini siliyor, bir yandan da kadına:
- Çocukları gönder o zaman! Yağmura tutulmadan bir an önce eve varsınlar.
Kadın, yanı başına çömelmiş, çubukla yerleri karıştıran çocuğun beline, eliyle hafifçe dokundu:
- Haydi oğlum! Kardeşlerini al eve götür…
Rasim, annesinin bir dediğini iki etmedi. Hemen kardeşlerinin yanına
gitti. Onlara, Rasim göz kulak oluyordu. İlkokulu bir iki yıl olmuştu.
Ahmet Efendi’yle Fatma kadında işlerini biraz sonra bitirip çocukların
arkasından yola düştüler. Ahmet efendi yürürken bir an durakladı,
ayakkabısını çıkardı, ayakkabının ucundan tutup birkaç kez taşa vurdu.
Arkasından:
- Allah, Allah! Küçük bir çakıl parçası yürümeme engel oluyor, dedi.
Ayakkabısını giydikten sonra, yere bıraktığı orakları eline aldı ve yürümeye devam etti. Neden sonra Fatma kadına:
- Rasim, okulu bitireli iki yıl oluyor hanım! Artık bağ bahçe işlerine başlamalı. Yoksa bu memlekette aç kalır.
- Dur bakalım canım! Çocuğun yaşı kaç? Akranlarından kimin eline yakışıyor? Zamanla alışır…
Yolda giderken, aralarındaki konuşmalar epey uzadı. Yağmurun,
kendilerini ıslattığının farkına vardılar. Adımları daha da sıklaştı.
Fatma kadın bir taraftan hızlı hızlı yürüyor, bir taraftan da
çocuklarının akşam yemeğini düşünüyordu. Ahmet Efendi’ ye:
- Akşama ne yapayım bey?
Ahmet efendi:
- Allah kerim bir çorba içeriz.
Ahmet efendinin yüzündeki terle, yağmurun damlaları bir birine karışmıştı. Hızlı adımlarla evin yolunu tuttular.
Akşam yemeğini hep birlikte yediler. Ahmet Efendi yatsı ezanının
okunmasını bekliyordu. Herkes bir köşeye çekilmiş, Ahmet Efendinin iki
dudağı arasından çıkacak söze dikkat kesilmişti.
Fatma kadın bu arada sofrayı toparlamaya başladı. Odayı kaplayan derin
sessizliği, bir anda tahta kaşıkların çıkardığı ses bozu verdi. Küçük
kız annesine yardım etmeye çalışırken Ahmet efendi, karşısında duran
Rasim’e eliyle “gel!” işareti yaptı. Rasim odanın köşesinde oturan
babasının yanına diz çöküp oturdu. Ahmet Efendi; karanlığı, lambanın
sökmeye çalıştığı odada, varlığıyla yokluğu belli olmayan Rasim’e:
- Oğlum, dedi. Sen artık kocaman adam oldun, görüyorsun buralarda ekmek
parası yok. Ömür boyu çift sürersin. Çift sürmekle de belini
doğrultamazsın. Ayşe Teyze’nin oğlu, izmir’den dün gelmiş. Yarın onunla
konuşacağım. Tatil dönüşü giderken seni de götürsün. Erkende bir zanaat
öğrenirsin. Yarın sabah namazından sonra tarlaya gideceğiz, erkenden
yatalım…
O gece Rasim’in gözüne uyku girmedi. Yatakta arada bir dönüyor, bazen
de yorganın altından kafasını çıkarıp gözlerini tavana dikiyor,
kendisine eşlik eden gece böceklerinin sesleriyle tekrar dalıp
gidiyordu.
Sabaha namazından sonra birkaç kaşık çorba içip avluya çıktılar.
Sabahın sessizliğini, Ahmet Efendi’nin orak ve tırpan sesleri bozdu.
Tırpanları omzuna alan Ahmet Efendi, oğluna;
- Rasim! Bir an önce tarlaya varalım. Annenle kardeşlerin arkadan gelirler, dedi.
Eksik kalan işi tamamlayacaklardı. Dün yağan yağmurun, harmana etkisi
olup olmadığına bakacaklardı. Anneleri, kardeşlerine sıcak bir çorba
içirdikten sonra gelecekti.
Rasim, yolda dalgın dalgın yürüyordu. Kafasında dünkü düşünceler vardı. Babasının:
- Oğlum! Su testisini ağacın gölgesine koyuver de ılımasın, demesiyle kendine geldi.
Güneşin ilk ışıkları, çalışmanın lezzetini hatırlıyor gibi üzerlerini
okşuyordu. Tam iki saat aralıksız çalıştılar. Epeyce ter attıktan
sonra, koca çınar ağacının dibine oturdular. Ahmet Efendi, bir eliyle
terini siliyor, bir eliyle de su testisini tutuyordu. Fatma Kadın:
- Terli terli su mu içilir be adam! Hasta olacaksın başıma! Biraz dinlen! Terin soğusun ondan sonra…
Fatma kadın, kocasına çok bağlıydı. Evini, çocuklarını onca iş arasında
ihmal etmiyordu. Ahmet Efendi, neden sonra dinlediğini ifade etmek
ister gibi derin bir iç çekti:
- Bugünlük bu kadar… Yarın harman işlerine başlayacağız. Sıra bize geliyor, dedi.
Hep beraber eve döndüler. Ahmet Efendi, ikindi namazına camiye gitmek için abdest aldı. Fatma Kadına:
- Ayşe Teyze’nin oğlunu camide görürüm nasıl olsa. Ona şu bizim oğlanın meselesini söyleyeyim, bakalım ne diyecek? Dedi.
Namaz çıkışında Süleyman Bey’e:
- Sizi gördüğüm iyi oldu. Belki gelmezsiniz diye düşünmüştüm.
Süleyman Bey:
- Gelmez olur muyum hiç canım? Köydeki insanların buluşma yeri camidir.
Başka türlü, bağda bahçede çalışan insanları nasıl göreceksiniz?
Ahmet Efendi, oğlu için düşündüklerini anlattı. Süleyman Bey:
- Ben yardıma hazırım. Eğer isterse benim yanımda çalışabilir. İstemezse başka iş bakarız.
- Ben hele evle bir konuşayım. Bugün, yarın size haber veririm.
Fatma kadın avluda tavukları yemlerken Ahmet Efendi geldi:
- Hanım! Yemeği yiyip bizim oğlanın durumunu bir konuşalım.
Yemekten sonra bütün ev halkı, Ahmet Efendi’nin söyleyeceklerine dikkat kesildi.
Ahmet Efendi:
- Oğlum, dedi. Ayşe Teyze’nin oğluyla konuştum. Eğer istersen onun
konfeksiyon atölyesinde çalışabileceksin. İstemezsen o, senin için
başka iş bakacak. Ama bence onun yanında çalışman daha iyi olur. Ne de
olsa akrabamız… El gibi olmaz. Senin iş sahibi olman için elinden
geleni yapar, sana yardımcı olur. El yanında çalışmak kolay değil!
Rasim:
- Baba! Ben okumak istiyorum. Hafta sonları çalışıp harçlığımı kazansam olmaz mı?
Ahmet Efendi, hiç beklemediği bu cevap karşısında bir an durakladı. Rasim’in okuyacağını hiç hesaba katmamıştı. Rasim’e:
- Oğlum! Kararını sen ver! Okumak istiyorsan, ceketimi satar seni
okuturum. Ama görüyorsun ki, köyümüzde okuyan insan az. Herkes
küçüklükten bir zanaat sahibi olup ekmek parası kazanmak istiyor.
Okumak kolay değil.
Ahmet Efendi, ertesi gün Rasim’le birlikte ikindi namazına camiye gittiler. Namazdan sonra Ahmet Efendi Süleyman Bey’e:
- Süleyman Bey! Bizim oğlan “okumak istiyorum” diye tutturdu. Ne dersin?
- Ben çocuklarımın okuması çok istedim ama onlar okumak istemediler. Eğer Rasim okursa, ben onun ihtiyaçlarını karşılarım.
Ahmet efendi, duyduklarına sevinmişti. Süleyman Bey, İzmir’e dönme
hazırlıkları yapmaya başladı. Onların arabasıyla Rasim de gidecekti.
Fatma kadın, oğlunun hazırlıklarına başladı. Bir cumartesi sabahı,
Süleyman Bey’in ailesiyle birlikte Rasim’i de uğurladılar.
Okulların yarıyıl tatili başlamak üzereydi. Ahmet Efendi, evinin
avlusunda odun parçalıyordu. Köylülerden birisi, Rasim’in mektubunu
getirdi. Ahmet Efendi işini bırakıp eve girdi. Heyecanlı olduğu,
ellerinin titreyişinden belliydi. Mektubu özenle açtı ve hanımına
okumaya başladı. Rasim’in başarısından ötürü, okul müdürü aileyi tebrik
ediyordu. Ahmet efendi, hem okuyor hem sevinç göz yaşları döküyordu.
Hava soğuktu ve kar yağıyordu.